31 Ağustos 2008 Pazar

SATIS VE MUSTERİ iLiSKiLERi YONETiMi

 

ÇAĞDAŞ
 
Eğitim Danısmanlık Reklam Hiz. Tic ve San A.S.

Müşteri ile temas eden tüm birimler özellikle
        Satış-Pazarlama, Bölge Satış Müdürleri - Bayi Koordinatörleri-Finans Bölümleri Yetkilileri

 SATIŞ TEKNİKLERİNİ UYGULARKEN
MÜŞTERİ İLİŞKİLERİ YÖNETİMİNİZİ
(CRM) İNŞA EDİN

 

Tarih: 06-07 Eylül 2008   Saat: Sabah 10.30-18.30  Yer: Taksim Gönen Hotel              (Cumartesi-Pazar)

AMAÇ :  Rekabetin yoğunluk kazandığı, küreselleşmenin baskıları,bilinen tekniklerin ötesinde yeni modellerin keşfedilmesini öngörmektedir. Artık müşteri ile karşı karşıya olan satışçının ötesinde tüm birimlerinizi ilişki yönetimine uygun hale getirin.


İÇERİK:
  • Satış ve Satışçılık
  • Satışçının Görevi
  • Müşteri Davranışını Anlama
  • Satışa Hazırlanma
  • Müşteriye Kişisel Etkinliğinizi Hissettirmek
  • Müşteri İtirazları ve Karşılama
  • Kazan-Kazan Felsefesi
  • Satış Teknikleri ve Uygulamaları
  • Satışın Gücü ile Müşteriyi Aşık Etmek
  • Artık Müşteri İlişkileri Yönetimine Hazırsınız
  • CRM Modelinin İnşası
  • Operasyonel Başarı ve Müşteri İletişiminde Eksik Noktaların Tamamlanması
  • Gözünüz-Yüreğiniz Hep Müşteride Olsun
  • Müşteri Davranışlarının Analizi
  • Tüm Birimlerin Müşteri İlişkileri Yönetimine Entegrasyonu
  • İlişki Süreçleri ve Sektörel Örnekler
  • Kurumsal Müşterilerle B2B Sistem Oluşturma
  • Artık İlişkileriniz Size Kazanç Sağlıyor
  • Müşteri İlişkileri Yönetiminde Teknolojiyi Kullanma
  • Müşteri İlişkileri Yönetiminde 10 Altın Kural
  • Unutmayın Sizde Bir Müşterisiniz
  • Değerlendirme ve Kapanış
     

 

Katılım Bilgileri ve Katılım Formu için TIKLAYIN

Referanslarımızı görmek için TIKLAYIN.

Eğitmen Hakkında Bilgi için Tıklayın

 

KATILIMCILARA SERTİFİKA VERİLECEKTİR.

     Şirketinize özel seminerler yapılır.

 

423 YTL + KDV
2Günlük Eğitimde
Özel Fiyat

                           Tayyareci Cemal Sokak  No:16 Şişli/İstanbul
                         Tel: 0212.231 01 70   Faks: 0212.231 01 71
                       Çağdaş e-bültenini almak istemiyor iseniz lütfen buraya tıklayınız.
              Düzenli Olarak Çağdaş e-bültenini almak istiyor iseniz lütfen buraya tıklayınız.

30 Ağustos 2008 Cumartesi

Siz de yazar olun, muhabir olun...

http://www.haberajanstr.com/" yaşama dair ne varsa haberdir " düşüncesinden hareketle çok sesliliği egemen kılmak ve yerelliklerde yaşananları kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz.

Ziyaretçisinin muhabiri ve yazarı olduğu bir haber portalı sizin kaleminizle ve objektifinizle daha da güç kanazacaktır. Sizi yazarlarımız ve muhabirlerimiz arasında görmekten onur duyacağımızı ifade ediyor, aramıza hoş geldiniz diyoruz.

Kollektif Üretimin Gücü olan http://www.haberajanstr.com/ haber, köşe yazısı, düşünce, öneri ve katkılarınızla büyümeyi hedeflemektedir. Lütfen ziyaret ediniz ve " ben de köşe yazarı veya muhabir olmak istiyorum " diyorsanız haberajans ailesine katılınız.

Aramıza tekrar hoş geldiniz.

Saygı Yalman

www.haberajanstr.com

 

29 Ağustos 2008 Cuma

ACİL UYARI

ü     BURAK U. kod adlı bir hacker rekor denemesi için tüm Türkiye' de ki kullanıcıların adreslerini imha edeceğini söylüyor

ü   Ve yapıyor onun için sakın listenize ''REA '' adlı bir msn adresi kabul etme artı tüm listendekileri uyar çünkü listenden biri kabul ederse sen de hacklenirsin.

ü     Bir çok tanıdık kişinin adresleri hacklenmiş ben listemdeki herkese gönderiyorum.

 

AYRICA;

 

Ø       MiCROSOFT VE NORTON SON DERECE TEHLİKELİ BİR VİRÜS KEŞFETTİLER .

Ø     ŞİMDİLİK ONU ZARARSIZHALE GETİREBİLECEK BİR PROGRAM YOK.

Ø     BU ViRUS 'MATRiX' E HOS GELDiNiZ'ADI ALTINDA BiR PPS iLE GELiYOR .

Ø     AÇTIGINIZ TAKDiRDE , 10 SANiYELiK BiR ÇİZGİ FİLMDEN SONRA 'HARD DiSKiNiZ BiTTi'  DiYE BiR YAZI CIKIYOR VE ARTIK ÇOK GEÇ!.

Ø     HARD DİSKİNİZ COKTUGU GİBİ , ADRES DEFTERİNİZ DE YOLLAYANIN ELİNE GEÇiYOR ,

Ø     VE SİZİN İSMİNİZLE VIRÜS YAYIL MAYA DEVAM EDİYOR.

Ø     BUNU ENGELLEMEK iÇiN ' LÜTFEN ' E-MAiL ' i  ARKADAŞLAINIZA YOLLAYIN .

Ø     BU VİRÜSÜN ADI : NWiN 27 VE FRANSIZ BiR HACKER TARAFINDANYAZILDI AMAN DİKKAT!!!!!,
'MATRİXE HOŞ GELDİNİZ YAZAN MAİLİ AÇMAYIN!!!!!!

                 Emin KARAOĞLU
                  İçişleri Bakanlığı Kontrolörü 
                              0 505 466 22 51          

iste ayagina gelsin

İste ayağına gelsin…HİZMETLERİMİZ BAŞLAMIŞTIR…
Firmanı, dükkanını veya kendini ücretsiz kaydet, hizmetlerden yararlan…
Börek yapacaksınız, birde baktınız evde ıspanak yok, bu sıcakta dışarı
çıkmak, sıcağa rağmen çıkacaksınız ama çocuğa da kim bakacak, ya da su
borunuz patlamış, alt komşu kıyameti kopartıyor, şimdi tesisatçı da nereden
bulacaksınız……
Telefon et ya da internetten gir, sipariş ver, iltiyacın her neyse ayağına
gelsin, ücreti mi?
Ücretini de siparişin geldiğinde kapında öde…, tesisatçı da çağırabilisiniz,
taksi de….yemek de isteyebilirsiniz…
Teşekkür eder, iyi günler dileriz..
www.webemar.com

UNABOMBER

unabomber - Nedir.Net Communityunabomber Başka tdk wiki eksi imdb google msn
1. gercek adi ted kaczynski. harvard universitesi matematik
profesoru. modern hayatla butun baglarini koparip yerlestigi dag
evinden gonderdigi bombalarla amerikalıların uzun sure basini
agritan anarsist. bombalamalari durdurmak karsiliginda time
gazetesinde manifestosunun tam metnini yayimlatmistir. 1978'den
1995'e kadar 16 ev yapimi bombalama eylemi yapmis, 3 kişinin de
ölümüne sebep olmustur. 1995 yilinda kardesinin ihbariyla saklandigi
dagevinde yakalanmis ve omurboyu hapse mahkum olmustur. yargilama
boyunca hic konusmadigi efsane olarak anlatilmaktadir.
nivaan · 17 Mayıs 2004 17:45:04
2. unabomberın fikirleri tükçe olarak okumak isterseniz;


veganarşi fanzin den alıntıdır.

sevgili vegan,

12 ağustos tarihli mektubuna çok geç cevap verdiğim için üzgünüm.
fakat genelde mektuplara cevap vermekle baya bi meşgulüm ve senin
mektubun aceleyle cevap verilemeyecek bir mektuptu, çünkü bazı
soruların uzun, karmaşık ve dikkatlice üzerinde düşünülmesi gereken
cevapları gerekiyordu.

bu aynı nedenden dolayı, bütün sorularına cevap vermek bana aşırı
derecede zamana mal olurdu. yani sorularının bazılarına -en önemli
görünen ve kolaylıkla ve kısaca cevaplanabilen- cevap vereceğim.

soru 2- nerede ve ne zaman doğdun?

cevap 2- Şikago-illinois (amerika'da) 22 mayıs 1942'de doğdum.

soru 3- hangi okullardan mezun oldun?

cevap 3- illinois'teki evergreen parkta ilk okulu ve liseyi
bitirdim. harvard Üniversitesinden bir diploma ve michigan
Üniversitesinden matematik bölümünde doktorluk ve mastır diploması
aldım.

soru 4- ne işi yapıyordun?

cevap 4- michigan Üniversitesinden doktorluk diplomasını aldıktan
sonra, kaliforniya Üniversitesinde 2 yıllığına bir matematik
profesör asistanı oldum.

soru 5- evli miydin, çocuğun falan var mıydı?

cevap 5- hiç evlenmedim ve çocuğum yok.

soru 6,7,8,9- sanırım matematikçiydin ve daha önce şimdiki gibi
düşüncelerin yoktu. düşüncelerinde değişikliğe yol açan ne oldu?
sorunun kaynağının uygarlık olduğunu ne zaman düşünmeye başladın?
uygarlığı neden reddettiğini anlatır mısın bize? ormanda yaşamaya ve
eyleme geçmeye ne zaman/nasıl karar verdin?


cevap 6,7,8,9- bu sorulara tam ve bütün olarak vereceğim cevaplar
aşırı derecede uzun ve karmaşık olurdu, ama şunları söyleyeceğim:

modernliği ve uygarlığı reddetme sürecim 11 yaşımdayken başladı. 11
yaşımdayken içinde neandertal insanın kalıntılarından yaşamının
spekülatif bir anlamaya çalışılması bulunan bir kitabı okuduktan
sonra ilkel yaşam biçimine karşı ilgi duymaya başladım. sonraki
yıllarda, 16 yaşında Harvard Üniversitesine girdiğimde, uygarlıktan
kaçmayı ve bazı vahşi yerlere gitmeyi hayal ederdim. aynı dönem
esnasında, endüstriyel toplumdaki insanların içinde yaşadıkları
koşulları kontrol eden, büyük organizasyonların insafına kaldığı ve
özgürlükten yoksun oldukları, bir makine çarkının sadece bir dişlisi
konumuna getirildiklerini gittikçe artarak farkına vardıkça modern
yaşamdan hoşnutsuzluğum büyüdü.

harvard Üniversitesine girdikten sonra, bana ilkel insanlar hakkında
daha çok bilgi vermiş olan ve onların kırlarda yaşamalarını sağlayan
bazı bilgileri elde etmeye bir istek veren bazı antropoloji kursları
aldım. Örneğin, ilkel insanların yenebilir bitkiler hakkındaki
bilgilerine sahip olmayı dilerdim. fakat yenebilir yabanıl bitkiler
hakkında kitaplar olduğunu keşfettiğimde iki üç yıl sonrasına kadar
bu bilgileri nereden elde edeceğim hakkında bir fikrim yoktu.
aldığım ilk kitap euell gibbons’un the wild asparagus (yaban
kuşkonmazı) oldu ve sonra kolejdeyken okuldan mezun olduğumda
yazları her hafta birkaç kere Şikago yakınlarındaki cook county
orman korularına yenebilir bitkilere bakmaya giderdim. Önceleri
bütün yollardan ve patikalardan uzak ormanın içine yalnız başıma
gitmek korkutucu geliyordu. fakat ormanı ve içinde yaşayan
hayvanları ve bitkileri tanımaya başladığım gibi, yabancılık duygusu
yok oldu ve ağaçlık arazide çok çok fazla rahatladım. ayrıca bütün
yaşamımı uygarlık içinde harcamak istemediğimden ve vahşi doğada
yaşamak istediğimden kesin olarak emin oldum.


bu arada, matematikte durumum iyiydi. matematik problemlerini çözmek
eğlenceliydi, ama derin bir anlamda matematik sıkıcı ve boştu çünkü
bana göre onun amacı yoktu. Şayet uygulamalı matematik üzerine
çalışsaydım, nefret ettiğim teknolojik toplumun gelişimine katkıda
bulunurdum, böylece sadece saf matematiğe çalıştım. fakat saf
matematik sadece bir oyundu. matematikçilerin neden önemsiz bir
oyunda bütün yaşamlarını boşa harcamaktan mutlu olduklarını
anlamadım ve hala da anlamıyorum. ben şahsen tamamen böyle bir
yaşamdan memnun değildim.


ne istediğimi biliyordum: vahşi doğaya gitmek ve orada yaşamak. ama
bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. o günlerde hiçbir ilkelci
hareket, hiçbir survivalist yoktu ve matematikte geleceği parlak bir
kariyeri bırakıp orman veya dağlarda yaşamaya giden her hangi birine
ahmak veya deli gözüyle bakılırdı. böyle bir şeyi neden istediğimi
anlayabilecek hiçbir kişiyi tanımıyordum. bu yüzden, kalbimin
derinliklerinde, uygarlıktan asla kaçamayacağım konusunda kendimi
suçlu hissediyordum.


Çünkü modern yaşamı tamamen kabul edilemez buluyordum, ve 24 yaşımda
bir çeşit bunalıma girene kadar gittikçe artarak umutsuz
hissediyordum: Öyle berbat hissediyordum ki yaşayıp yaşamadığımı
umursamıyordum. fakat bu noktaya ulaştığımda, ani bir değişim
gerçekleşti: yaşayıp yaşamadığımı umursamıyorsam öyleyse
yapabildiğim her hangi bir şeyin sonuçlarından korkmamam
gerektiğinin farkına vardım. o yüzden ne istersem yapabilirdim.
Özgürdüm! bu benim yaşamımdaki en büyük dönüm noktamdı çünkü bu
şimdiye dek elde ettiğim cesaretin ta kendisiydi. bu nokta kırlara
sonuçlarının neler olabileceğine takmadan yakında gideceğim
konusunda netleştiğim zamandı. biraz para kazanmak için kaliforniya
Üniversitesi’nde 2 yılımı öğretmenlik yaparak harcadım, sonra
pozisyonumdan istifa ettim ve ormanda yaşayacak bir yer aramaya
gittim.


soru 9- ormanda yaşamaya ve eyleme geçmeye ne zaman/nasıl karar
verdin?



cevap 9- bu sorunun son kısmına tam bir cevap vermek çok zaman
alacağından, 14 ağustos 1983’te yazdığım günlükten bir alıntı
yaparak kısmi bir cevap vereceğim:


“6 ağustos’ta doğuya uzun ve çetin bir yürüyüşe başladım. köşegen
kanyon adı verdiğim bir kanyondaki gizli kampıma gittim. bir sonraki
gün boyunca orada kaldım. orada ormanın huzurunu hissettim. fakat
orada birkaç kara üzüm vardı ve bununla birlikte geyikler vardı, çok
küçük bir oyun vardı. bundan başka, alabalık deresinin çeşitli
kollarının çıktığı çok güzel ve izole bir plato göreli uzun zaman
oldu. bu yüzden 7 ağustos’ta o bölgeye yola çıkmaya karar verdim.
krater dağının civarındaki yollardan biraz geçtikten sonra, zincir
testerelerini duymaya başladım; sesin rooster bill deresinden
geldiği anlaşılıyordu. ağaçların kesildiğini zannettim; durumdan hiç
hoşlanmadım fakat platoya vardığımda böyle şeylerden
kaçınabileceğimi düşündüm. oraya yolculuğumda yamaçlardan geçerken,
aşağıda önceden orada olmayan yeni bir yol gördüm ve stemple
deresinden karşıdan karşıya geçmek için yapıldı gözükmekteydi. bu
beni birazcık rahatsız etti. yine de, platoya devam ettim. orada
bulduğum şey kalbimi kırdı. plato geniş, çok iyi yapılmış yeni
yollarla çaprazlama çizilmişti. plato ebediyen mahvedilmişti. onu
kurtarabilecek tek şey şimdi teknolojik toplumun yıkılması olacaktı.
buna tahammül edemezdim. bu plato bölgedeki en güzel ve en izole
yerdi ve burada çok iyi anılarım vardı.


“ yollardan biri, birkaç yıl önce uzun bir süre kamp yaptığım ve bir
çok mutlu zaman geçirdiğim güzel bir yerin 60 metre içinden
geçiyordu. acı ve öfke dolu bir biçimde geri döndüm ve güney humbug
deresinin yakınlarında kamp yaptım…”


sonraki gün kulübemi yapmaya başladım. rotam beni geçmişe güzel bir
yere götürdü, benim en gözde tuttuğum kaynatmayı gerektirmeden
güvenle su içilebilecek bir saf su pınarı olan bir yer. durdum ve
pınarın ruhuna bir çeşit dua okudum. bu dua ormana yapılanlar için
intikam alma yeminini içeriyordu. günlüğüm şöyle devam ediyor:


“…ve sonra olabildiğince hızlı bir şekilde eve geri döndüm- bir
şeyler yapmam gerekiyordu!”


neden gitmem gerektiğinin ne olduğunu tahmin edebilirsiniz.


soru 10,17- teknolojik bölgelere karşı eylem yapma fikrine ne neden
oldu? uygarlığın yıkılması için sence ne yapılması gerekiyor?


cevap 10,17- bu sorulara tam bir cevap vermek çok uzun zaman alırdı.
ama şunları söylemek yerinde olur:


uygarlık problemi teknoloji problemiyle özdeştir. teknolojiden
bahsettiğimde sadece araçlar ve makineler gibi fiziksel aygıtlardan
söz etmiş olmadığımı öncelikle açıklamama izin verin. kimya, sivil
mühendislik veya biyo-teknoloji teknikleri gibi teknikleri de dahil
ediyorum. ayrıca iş yönetimi benzeri organizasyonel teknikler kadar
eğitimsel psikoloji veya propaganda gibi insan tekniklerini de dahil
ediyorum. elbette ki, bu teknikler, bütün teknolojik sistemin bağlı
olduğu fiziksel aygıtlar – araçlar, makineler ve yapılar - olmadan
ileri düzeyde var olamazlar.


bununla birlikte, kelimenin en geniş manasıyla sadece modern
teknolojiyi değil toplumun en eski evrelerinde var olmuş olan
teknikleri ve fiziksel aygıtları da kapsamaktadır. Örneğin,
sabanlar, hayvanlar için koşun takımları, demircilik araçları, bitki
ve havyaların evcilleştirilip yetiştirilmesi ve tarım teknikleri,
hayvan çiftçiliği ve metal işçiliği gibi. eski uygarlıklar, insanın
üzerinde ve organizasyonel tekniklerin büyük sayılarda insanı
yönetmek için kullanıldığı gibi bu teknolojilere bağlıydılar.
uygarlıklar üzerinde temellendikleri teknoloji olmadan var
olamazlar. aksine, teknoloji nerede varsa, uygarlık da muhtemelen
yakında veya daha sonra gelişmektedir.


bu yüzden, uygarlık sorunu teknoloji sorunuyla eşit sayılabilir.
teknolojiyi daha geriye itebilirsek, uygarlığı da daha geriye
itebiliriz. eğer teknolojiyi taş devrine tamamen döndürebilirsek,
ortada uygarlık kalmayacaktır.


soru 11- Şiddetin zorbalık olduğunu düşünmüyor musun?


cevap 11- İddia edilen eylemlerime gönderme yaparak, “Şiddetin
zorbalık olduğunu düşünmüyor musun? diye sormuşsun. elbette ki
şiddet zorbalıktır. ve ayrıca şiddet doğanın kaçınılmaz bir
parçasıdır da. eğer yırtıcı hayvanlar av türlerinin üyelerini
öldürmezlerse, av türleri yenebilen her şeyi tüketerek kendi
çevrelerini talan edecekleri kadar çoğalırlar. Çoğu türde hayvan
kendi türünün üyelerine karşı bile şiddet kullanır. Örneğin, şu çok
iyi biliniyor ki, vahşi şempanzeler çoğu kez diğer şempanzeleri
öldürür (time dergisinin 19 ağustos 2002 sayısındaki 56. sayfayı
incele!). ayılar ve diğer baş yırtıcılar dergisi (cilt 1., sayı 2,
sayfa 28-29, ayıların dövüştüğünü ve bir ayının yaralandığını
gösteren bir resim sergiliyor ve bu gibi yaralanmaların ölümcül
olabileceğinden bahsediyor. deniz kuşları arasında, her yuvada iki
yumurta bulunur. yumurtadan yavru çıktıktan sonra, yavru kuşlardan
biri diğerine saldırır ve onu yuvadan atar, sonunda diğeri ölür.
(science news cilt 163,15 Şubat 2003’teki “sibling desperado” adlı
makaleyi oku!).


vahşi doğadaki insanlar en saldırgan türlerden birini teşkil ediyor.
avcı-toplayıcı insanların kültürlerinin iyi bir genel incelenmesi
little, brown and company, (boston ve toronto, 1971) tarafından
yayınlanancarleton s. coon’un yazdığı avcı İnsanlar kitabıdır ve bu
kitapta insanlar tarafından diğer insanlara karşı şiddet uygulayan
avcı-toplayıcı toplumlardaki sayısız örnekleri bulacaksınız.
profesör coon şunu açığa çıkarıyor ki (sayfa xix. 3,4,9,10), avcı
toplayıcı insanları takdir ediyor ve uygar olanlardan daha şanslı
saymaktadır. fakat o dürüst bir insan ve modern insanın hoşuna
gitmeyen şiddet gibi ilkel yaşamın bu yönlerini sansürlemiyor.


bu yüzden, şu açık ki, şiddetin önemli bir miktarı insan yaşamının
doğal bir parçasıdır. Şiddette kendi başında bir yanlışlık yok.
belirli her hangi bir durumda, şiddetin iyi veya kötü olup olmadığı
onu nasıl ve hangi amaçla kullanıldığına bağlıdır.


modern insanlar neden şiddete tek başına bir kötülük olarak
bakıyorlar ki o zaman? bunu sadece tek bir nedenden yapıyorlar:
propaganda tarafından beyinleri yıkanıyor. modern toplum insanları
şiddet tarafından korkmayı öğretmek için propagandanın çeşitli
biçimlerini kullanmaktadır çünkü tekno-endüstriyel sistemin ürkek,
uysal ve kendi otoritesini kabul ettirdiği popülasyonlara ihtiyacı
vardır, sorun çıkarmayacak veya sistemin düzenli işleyişini
aksatmayacak bir popülasyon. güç esas olarak fiziksel kuvvete
dayanmaktadır. İnsanlara şiddetin yanlış olduğunu öğreterek (tabii
sistem kendisi şiddeti polis veya ordu yoluyla kullandığından hariç
olarak), sistem fiziksel güç üzerindeki kendi tekelini devam
ettirmektedir ve bu yüzden bütün gücü kendi ellerinde tutar.


İnsanların şiddetin yanlış olduğu inançlarını açıklamak için
uyduracakları her hangi bir felsefi veya ahlaki rasyonalizasyon,
insanların bu inaçların gerçek nedeninin sistemin propagandasını
habersiz bir biçimde yuttuklarını gösterir.


soru 12,13,14,15- anarşistler, yeşil anarşistler,
anarko-ilkelciler,vejetaryenlik/veganlık ve hayvan ürünlerinin
kullanımı ve hayvan yenmesi hakkında ne düşünüyorsun? onlara
katılıyor musun? hayvan/dünya Özgürlüğü konusundaki fikrin ne? earh
first!, earth/animal liberation front gibi örgütlere nasıl
bakıyorsun?


cevap 12,13,14,15- burada sözünü ettiğin bütün gruplar tek bir
hareketin parçalarıdırlar. (buna ga “yeşil anarşist” hareket
diyelim). elbette ki, bu insanların uygarlık ve teknolojiye karşı
oldukları boyutu doğrudur. fakat, bu hareketin gelişimindeki
biçiminden dolayı aslında tekno-endüstriyel sistemi korumaya
yardımcı olabilir ve devrime bir engel olarak hizmet ederler. bunu
açıklayacağım:


İsyanı doğrudan yok etmek veya bastırmak zordur. İsyan güç
tarafından bastırıldığında, sık sık otoritelerin kontrol etmek için
zor buldukları bazı yeni biçimlerde sonradan yeniden patlak
verirler. Örneğin, 1878’de alman reichstag hareketin ezilmesinin ve
hareketin katılımcılarını dağıtmasının, şaşırtmasının ve
cesaretlerini kırmasının bir sonucu olarak sosyal demokratik
harekete karşı sert ve baskıcı kanunları yasalaştırdı. ama sadece
kısa bir süreliğine. hareket kendisini sonunda yeniden bir araya
getirdi, daha enerjik hale geldi ve kendi fikirlerini yaymanın yeni
yollarını buldu, böylelikle 1884’te daha öncesinden daha da güçlü
hale geldi. g.a. zimmermann, das neunzehnte jahrhundert :
geschichtlicher und kulturhistorischer rückblick, druck und verlag
von geo. brumder, milwaukee, 1902, sayfa 23.


bu yüzden, insan meselelerinin kurnaz izlemcileri bir toplumun güçlü
sınıflarının kendilerini isyana karşı sadece sınırlı bir boyuta
kadar doğrudan baskı ve güç kullanarak ve isyanın yönünü değiştirmek
için temel olarak manipulasyona bel bağlayarak daha etkili
savunabileceklerini bilmektedirler. kullanılan en etkili
yöntemlerden biri, isyankar itici güçlerin sisteme zarar verdiği
yollarda ifade edildiği kanalları sağlamaktır. Örneğin, sovyetler
birliği’nde hicivsel bir dergi olan krokodil’in şikayetler için bir
yol açmak ve sovyet sistemine her hangi ciddi bir biçimde isyan
etmemek veya kimsenin sistemin meşruluğunu sorgulamamasına öncülük
edecek bir yolda otoritelerin içselleştirilmesi için tasarlanmıştı.


fakat batı’nın “demokratik” sistemi, sovyetler birliğinde bulunmuş
olandan daha etkili ve sofistike olan isyanın yönünü değiştirmek
için mekanizmaları yavaş yavaş geliştirmektedir. Şu hakikaten
olağanüstü bir gerçektir ki, modern batı toplumlarındaki insanlar
isyan ettiklerini tasarladıklarına karşı sistemin değerlerinin
lehine ayaklanmaktadırlar. irksal ve dinsel eşitlik, kadınlar ve
homoseksüeller için eşitlik, hayvanlara insancıl muamele lehine sol
“isyanlar” falan filan. fakat bunlar amerikan kitle medyasının bize
her gün sürekli öğrettiği değerlerdir. solcuların tamamıyla medya
propagandasıyla öyle beyinleri yıkanmış ki, tekno-endüstriyel
sistemin kendi değerleri olan bu değerler açısından sadece “isyan
edebilirler”. bu bakımdan sistem, kendisine zararlı olan
kanallarında solun isyankar itici güçlerinin yönlerini başarılı bir
şekilde değiştirmiştir.


teknolojiye ve uygarlığa karşı isyan gerçek bir isyandır, varolan
sistemin değerleri üzerine gerçek bir saldırıdır. fakat yeşil
anarşistler, anarko-primitivistler, falan filan (ga hareketi)
uygarlığa karşı isyanlarının büyük boyutlarda etkisiz hale
getirilmesine neden olan soldan aşırı derecede etkilenmiş
olmalarının altında kalmıştırlar. uygarlığın değerlerine karşı isyan
edecek yerde, kendilerine bir çok uygarlaşmış değer edindiler ve bu
uygarlaşmış değerleri kapsayan ilkel toplumların imgesel bir resmini
inşa ettiler. onlar avcı-toplayıcıların günde sadece iki veya üç
saat (haftada 14-21 saate tekabül eder) çalışmış olduklarını,
cinsiyet eşitliği olduğunu, hayvan haklarına saygı gösterdiklerini
ve kendi çevrelerine zarar vermemeye özen gösterdiklerini falan
filan iddia etmektedirler. ama bunların hepsi bir efsanedir.
bunların uygarlıktan nispeten etkilenmekten kurtulmuş oldukları
zamandaki avcı-toplayıcı toplumları kişisel olarak gözlemleyen
insanlar tarafından yazılmış bir çok raporu okursanız, göreceksiniz
ki:


(i) bütün bu toplumlar hayvan ve hayvan yiyeceklerini yemektedirler;
hiçbiri vegan değildi.

(ii) bu toplumların çoğu, hayvanlara karşı acımasızdılar.

(iii) bu toplumların çoğunluğu cinsiyet eşitliğine sahip değildi.

(iv) günde iki veya üç saat veya hafta da 14-21 saat çalışma tahmini
“çalışmanın” yanıltıcı bir tanımlanmasına dayanmaktadır. tamamen
göçebe avcı-toplayıcılar için en gerçekçi minimum tahmini, galiba
haftada yaklaşık kırk saattir ve bazıları bundan daha fazla
çalışmaktaydı.

(v) bu toplumların çoğu barışçıl değillerdi.

(vi) rekabet çoğunda veya belki de bu toplumların tamamında vardı.
bazılarında rekabet sert biçimler alabiliyordu.

(vii) bu toplumlar kendi çevrelerine zarar vermemeye özen göstermek
boyutunda fazlasıyla değişmektedirler. bazıları mükemmel doğal
kaynakları koruma yanlıları olabilirler, ama diğerleri aşırı
avlanma, ateşin pervasızca kullanımı veya başka biçimler yoluyla
kendi çevrelerine zarar vermişlerdir.


bir önceki ifadelerin desteklenmesinde sayısız sağlam bilgi
kaynağından bahsedebilirdim, fakat eğer öyle yapsaydım, bu mektup
manasız bir biçimde uzun olurdu. daha uygun durumlar için tam
belgelemeyi erteleyeceğim. burada birkaç örnekten bahsedeceğim.


hayvanlara yapılan zulüm. mbuti pigmeleri: “Çocuk hayvanın midesinin
et kısmında hayvanı yerde kıpırdamaz hale getirerek onu mızrakla tek
vuruşla avladı. fakat hayvan hala yeterince canlıydı ve kurtulmak
için mücadele ediyordu… maipe hayvanın boynuna başka bir mızrak
vuruşu yaptı, ama hayvan hala kıvranıyor ve mücadele ediyordu.
hayvanın kalbini deşecek olan üçüncü mızrak vuruşu gelmeden hayvan
direnmeyi bıraktı.


“…pigmeler ölen hayvanı işaret eden ve gülen heyecanlı bir grupta
yer almaktadırlar….”


“diğer zamanlarda ölüm ne kadar yavaş gelirse etin daha yumuşak
olacağıyla açıklayan ve hala canlı olan kuşların tüylerini yakan
pigmeler görmüştüm. ve kendileri gibi değerli olan av köpekleri,
doğumlarından ölümlerine kadar acımasız bir biçimde
tekmelenmekteydiler.” colin turnbull, orman İnsanları, simon and
schuster, 1962, sayfa 101.

eskimolar: gontran de poncins’le birlikte yaşamış olan eskimolar
köpeklerini vahşi bir biçimde dövüyorlar ve tekmeliyorlardı. gontran
de poncins, kablona, tüme-life boks, alexandria, virginia, 1980,
sayfa 29,30,49,189,196,198,199,212,216.


siriono: siriono bazen hayvanları canlı olarak tutsak ederdi ve
onları kampa geri götürürlerdi, ama onlara yiyecek hiçbir şey
vermezlerdi, ve çocuklar hayvanlara yakında ölecek bir biçimde çok
kabaca davranırlardı. allan r. holmberg, nomads of the long bow: the
siriono of eastern bolivia, the natural history pres, garden city,
new york, 1969, sayfa 69-70,208. (siriono, yılın belirli
zamanlarında kısıtlı bir boyutta mahsül ektiklerinden bu yana, saf
avcı-toplayıcı değillerdir, fakat çoğunlukla avcılık ve
toplayıcılıkla yaşarlardı. holmberg, sayfa 51, 63, 67, 76-77, 82-83,
265.)


cinsiyet eşitliğinin yokluğu. mbuti pigmeleri. turnbull mbuti’lerin
arasında, “bir kadın bir erkekten sosyal olarak aşağı değildi”
(colin turnbull, wayward servants, the natural history pres, garden
city, new york, 1965, sayfa 270), ve bu yüzden “kadına karşı
ayrımcılık yapılmamakta” (turnbull, forest people, sayfa 154) diyor.
fakat aynı kitaplarından turnbull, mbuti’nin bugünkü cinsiyet
eşitliği kavramına sahip olmadığını gösteren bir takım gerçekleri de
belirtmektedir. “ belirli bir orandaki erkeklerin karılarını
dövmelerine iyi olarak bakılmakta ve karıların kocalarına karşı
saldırıya geçmesi beklenmektedir.” wayward servants, sayfa 287. “o
karısından çok memnun olduğunu ve karısını dövemenin gerekli
olduğunu düşünmediğini söylemektedir.” orman İnsanları, sayfa 205.
erkek dişisini yere atar ve sille tokat döver wayward servants,
sayfa 211. koca karısını döver wayward servants, sayfa 192. mbutiler
amerikalıların “tarihe tecavüz” olarak adlandırdıklarını
uygulamaktadırlar wayward servants, sayfa 137. turnbull kendi
karılarına emirler veren erkeklerin iki durumundan bahsetmektedir
wayward servants, sayfa 288-289; orman İnsanları sayfa 265.
turnbull’un karılarına emir veren erkeklerden bahseden kitabında
hiçbir durum göremedim.


siriono: siriono karılarını dövmezdi. holmberg, sayfa128. fakat:
“bir kadın erkeğinin hizmetindeydi.” holmberg sayfa 125. “dağınık
aile genelde en yaşlı aktif erkek tarafından yönetilirdi”. sayfa
129. “kadınlar…erkekler tarafından yönetilirlerdi.” sayfa 147.
“cinsel teklifler genelde erkekler tarafından yapılırdı…eğer bir
erkek ormanda bir kadınla yalnız kalırsa…onu yere kaba bir şekilde
yatırır ve her hangi bir söz söylemeden kadından ödülünü alırdı.”
sayfa 163. aileler kesinlikle erkek çocuklara sahip olmayı tercih
ederlerdi. sayfa 202. ayrıca sayfa 148.156.168-169,210,224’e de
bakın.


avustralyalı aborjinler: “ avustralya’da en kuzeyde ve batıda…fark
edilebilir bir güç 30-50 arası yaş gruplarının olgun, tamamıyla
üyeliğe adapte olmuş ve genellikle çok karılı erkeklerin ellerinde
bulunmaktadır ve kadınlar ve daha genç erkekler üzerindeki kontrol
onlar arasında paylaşılmaktadıydı.” carleton s. coon, avlanan
İnsanlar (önceden bahsetmiştim), sayfa 255. bazı avustralyalı
kabileler arasında, genç kadınlar temel olarak erkekler için
çalışmaları gerektiği için yaşlı erkeklerle evlenmeye
zorlanmaktaydılar. reddeden kadınlar razı olana dek dövülürdü. aldo
massola, the aborigines of south-eastern australia: as they were,
the griffin pres, adelaide, avustralya, 1971. tam sayfa numarasını
bilmiyorum ama 70. ve 80. sayfalar arasında bulabilirsin.


Çalışmak için harcanan zaman. bunun iyi bir genel tartışması
elizabeth cashdan tarafından yapılmıştır. “avcı ve toplayıcılar:
gruplarda ekonomik davranış”, stuart plattner’da (editör) economic
anthropology, stanford university pres, 1989, sayfa 21-48. cashdan,
belirli bir grup kung bushmen’in haftada 40 saatten biraz fazla
çalıştıklarını keşfeden richard lee’nin bir çalışmasını
tartışmaktadır. ve cashdan, lee’nin çalışmasının kung’ların en az
derecede çalıştıklarında ve yılın diğer zamanlarında daha çok
çalışmış olabileceğini anladığı kanıtının bulunduğunu 24-25.
sayfalada işaret etmektedir. cashdan yine lee’nin çalışmasının
çocukların bakımında harcanan zamanı belirtmediğini 26. sayfada
işaret eder. ve 24-25. sayfalarda cashdan lee ile birlikte çalışmış
olan bushmen’lerden daha fazla saat çalışmış olan diğer
avcı-toplayıcılardan bahseder. haftada kırk saat tamamıyla göçebe
avcı-toplayıcıların belki de tahminen minimum çalışma süreleridir.
gontran de poncins, kablona (önceden bahsedildi), sayfa 111, onun
birlikte yaşadığı eskimolar günde 15 saat çalışıyorlardı. o belki de
onların her gün 15 saat çalıştığını söylemek istemiyordu, fakat
kitabından şu açık ki, onun eskimoları ağır çalışmaktaydı. av yapmak
için tuzaklar kullanan mbuti pigmeleri arasında, “hem erkeklerin hem
de kadınların içinde zaman ve kazandıklarında yerine getirdikleri
tuzak kurma neredeyse tüm gün süren bir uğraşıydı…” turnbull, orman
İnsanları, sayfa 131. siriono arasında erkekler ortalama olarak her
diğer günde avlanmaktaydı. holmberg, sayfa 75-76. Çalışmaya tan
vaktinde başlarlar ve genellikle kampa öğlen 4 ve 6 arasında
dönerlerdi. holmberg, sayfa 100-101. bu avlanmayı ortalama en az 11
saat yapar, ve haftada üç ve bir yarım günde, bu ortalama olarak
haftada en az 38 saatlik avlanma süresine denk gelir. erkekler
avlanmadıkları günlerde önemli bir oranda bir çalışma da
yaptıklarından beri (sayfa 76, 100), haftalık çalışmaları, yıl
üzerinden ortalaması alındığında, 40 saatten çok daha fazladır.
aslında, holmberg siriono’nun yalnız bu aktivitelerde bir hafta
yaklaşık 56 saat anlamına gelen avda veya toplamada (sayfa 222)
uyanıklık zamanlarının yaklaşık yarısını harcadıklarını tahmin
etmiştir. diğer çalışmalarda katıldığında, çalışma haftası 60 saatin
üzerinde olmuş olurdu. siriono kadını “eşinden daha az dinlenmekten
hoşlanmakta” ve “çocuklarını olgunluğa getirme yükümlülüğü dinlenmek
için biraz zaman bırakıyordu.” holmberg, sayfa 224. siriono’nun ne
kadar ağır çalışmak zorunda olduğunu gösteren diğer bilgiler için,
87,107,157,213,220,223,246,248-249,254,268. sayfalara bakın.


Şiddet. daha önce de bahsettiğim gibi, şiddetin sayısız örneği
coon’un avcı İnsanlar kitabında bulunabilir. gontran de poncins’e
göre, kablona, sayfa 116-120,125,162-165,237-238,244, cinayetler –
geçmişte genelde bıçakla yapılırdı- onun eskimoları arasında oldukça
yaygındı. mbuti pigmeleri, turnbull onlar arasında hiçbir cinayet
olyından bahsetmediğine göre, belki de bildiğim en az şiddet
kullanan ilkel topluluklardı (çocuk öldürmelerinden ayrı olarak;
wayward servant, sayfa 130). bununla birlikte, the forest people and
wayward servants kitabı boyunca turnbull, yumruk ve sopalarla
yapılan bir çok dövme ve kavga olayından söz etmektedir. paul
schebesta, die bambuti-pygmaen vom ituri, cilt i, institut royal
colonial belge, brüksel, 1938, sayfa 81-84’te 19. yüzyılın ilk
yarısında mbuti’lerin ormanda yaşamış olan köylü afrikalılara karşı
ölümcül bir savaş açtıklarının kanıtını göstermiştir. (Çocuk
öldürmeleri için, schebesta, sayfa 138’e bakın.)


rekabet. avcı ve toplayıcı toplumlarda rekabetin varlığı bazılarında
meydana gelen kavgalar ile gösterilmektedir. mesela coon’un, avcı
İnsanlar kitabının 238,252,257-258. sayfalarına bakın. eğer fiziksel
bir dövüş bir çeşit rekabet değilse, hiçbir şeydir.


dövüşler eşler için rekabetten meydana gelmiş olabilir. Örneğin,
turnbull, wayward servants, sayfa 206’da, bir erkek için kavga eden
iki kadından birinin üç dişini kaybetmesinden bahseder. coon, sayfa
260’da, avustralya aborjin erkeklerinin kadınlar için
dövüştüklerinden söz eder. yemek için rekabet de kavgaya neden
olurdu. “bu (et) paylaşımının herhangi bir tartışma veya keskinlik
olmadan yapıldığı anlamına gelmez. tam tersine kavgalar sık sık av
sonrası kampa dönerken uzun ve gürültülü bir şekilde yapılırdı…”
turnbull wayward servants, sayfa 158. coon, bazı eskimolar arasında
balina eti paylaşı için “çok gürültülü tartışmalardan” söz eder.
avcı İnsanlar, sayfa 125.


* * *


İlkel insanların rekabetçi olmadığı, vejetaryen doğal kaynakları
koruma yanlıları oldukları, cinsiyet eşitliğine sahip oldukları,
hayvan haklarına saygı gösterdikleri ve yaşamak için çalışmak
zorunda olmadıklarının ne kadar saçma bir imge olduğunu gösteren
somut gerçeklerden bahsetmeye devam edebilirdim. ama bu mektup çok
fazla uzadı, verdiğim bütün örnekler yeterli olacaktır.


avcı-toplayıcı yaşam biçiminin modern yaşamdan daha iyi olmadığını
ima etmeye çalışmıyorum. tam tersine, mukayese edilemeyeceğine
inanıyorum. avcı-toplayıcılar üzerinde çalışmış olan birçok belki de
çoğu gözlemci onlara saygılarını, takdirlerini ifade etmiştir veya
onlara gıpta ile bakmıştır. mesela, cashdan, sayfa 21’de,
avcı-toplayıcı yaşam tarzını “yüksek derecede başarılı” bulduğundan
söz etmektedir. coon sayfa xix.’da avcı-toplayıcıların “tam ve
memnun edici yaşamlarından” bahsetmiştir. turnbull, orman İnsanları,
sayfa 26’da şöyle der: (mbutiler) yaşamlarını berbat eden o kadar
zorluk, problem ve trajedilere rağmen sevinç ve mutluluk dolu ve
dertten yoksun insanlardır.” schebesta, sayfa 73’te şöyle yazar: “ne
çok tehlike var, ama tarih öncesi çağlara ait ormanlardaki sayısız
yolculukları ve av gezileri ne eğlenceli deneyimler! bizim şiirsel
olmayan mekanik çağımızın, orman insanlarının mistik-sihirli düşünme
biçimlerine derin bir şekilde dokunabilecek ve onların
davranışlarına şekil verebilecek bir işareti yoktur.” ve sayfa
205’te: “ pigmeler, bizden önce fiziksel organizmalarının bozulmadan
ve doğaya uygun olarak kendilerine özel yaşayan insanlar gibi insan
ırkının en doğal insanlarından biri olarak durmaktadırlar. İlkesel
özellikleri arasında görülmedik bir şekilde sağlam doğallık ve
canlılık, ve emsalsiz bir neşelilik ve dertten uzaklık vardır.
onlar, doğanın kanunlarına uygun olarak yaşamlarını geçiren
insanlardırlar”.


ama açıktır ki, ilkel yaşamın uygar yaşamdan neden daha iyi
olduğunun nedeni ne cinsiyet eşitliğidir, ne hayvanlara gösterilen
merhamettir, ne rekabetin olmayışıdır veya şiddetsizliktir. bu
değerler modern uygarlığın saf değerleridirler. bu değerleri
avcı-toplayıcı toplumlar üzerinde tasarlayarak, ga hareketi
gerçeklikte asla var olmamış olan ilkel bir ütopya mitini
yaratmıştır.


o yüzden, ga hareketi uygarlık ve modernliği reddettiğini iddia
ettiği halde, modern toplumun en önemli değerlerinin bazılarına esir
kalmıştır. bu nedenden dolayı, ga hareketi etkili bir devrimci
hareket olamaz.


İlk olarak, ga hareketinin enerjisinin bir parçası, ırkçılık,
cinsiyetçilik, hayvan hakları, homoseksüel hakları falan filanlar
gibi sahte devrimci sorunlar lehine gerçek devrimci hedeflerden –
genel olarak modern teknolojiyi ve uygarlığı yok etmek için-
sapmaktadır.


İkinci olarak, bu sahte devrimci sorunlara teslim olduğundan dolayı,
ga hareketi çok fazla solcuyu – modern uygarlıktan kurtulmakla
ilgilenmeyen, daha çok ırkçılık, cinsiyetçilik gibi solcu sorunlarla
uğraşan- cezp etmektedir. bu da hareketin enerjisini teknoloji ve
uygarlık sorunundan uzaklaşmasına neden olmaktadır.


Üçüncü olarak, kadınların, hayvanların, homoseksüellerin haklarını
koruma amacı uygarlığı yok etme amacıyla birbirlerine zıttır, çünkü
ilkel toplumlarda kadınların ve homoseksüellerin çoğu zaman eşitliği
olmamıştır, ve böyle toplumlar genelde hayvanlara zalimce
davranırlardı. eğer birinin hedefi bu grupların haklarını
savunmaksa, o zaman en iyi politikası modern uygarlıkla uzlaşmaktır.


dördüncü olarak, ga hareketinin modern uygarlığın saf değerlerinin
çoğunu saf bir ilkel ütopya miti olarak benimsemesi,
tekno-endüstriyel sistemden kurtulmak için etkili, gerçekçi eylem
yapmak yerine ütopyacı fantezilerine çekilmeye daha eğimli pratik
olmayan, saf, hayalci ve uyuşuk insanları çok fazla cezp etmektedir.


aslında, ga hareketinin hıristiyanlıkla aynı rotaya kayabileceği
gibi bir mezar tehlikesi de vardır. başlangıçta, İsa’nın liderliği
altında, hıristiyanlık sadece dinsel bir hareket değildi ayrıca
sosyal bir devrim hareketiydi. tamamıyla dinsel bir hareket olarak
hıristiyanlık başarılı oldu, fakat devrimci bir hareket olarak
tamamıyla başarısızlığa uğradı. kendi zamanının sosyal
eşitsizliklerini düzeltmek için hiçbir şey yapmadı, ve hıristiyanlar
imparator konstantin’le anlaşma fırsatı bulur bulmaz, roma
İmparatorluğunun güç-yapısının bir parçası olup bütün değerlerini
sattılar.


ga hareketi ve eski hıristiyanlığın psikolojisi arasında rahatsızlık
veren bir benzerlik ortaya çıkmaktadır. İki hareket arasındaki
paralellikler göze çarpmaktadır: ilkel ütopya= eden’in bahçesi;
uygarlığın gelişimi= İlk günah, bilgi ağacından elmanın yenmesi;
devrim= cezalandırma günü; ilkel ütopyaya geri dönüş=tanrının
krallığına varış. veganizm belki de hıristiyanlığın (paskalya
sırasında oruç tutmak) ve diğer dinlerin beslenme kısıtlamaları gibi
aynı psikolojik rolü oynamaktadır. ağaç kesme makinelerinin falan
bloke edilmesinde kendi vücutlarını kullanan eylemciler tarafından
alınan riskler, kendi inançları için ölen eski hıristiyanların
şehitliğiyle karşılaştırılabilir (hıristiyanların şehitliği bugünkü
eylemcilerin taktiklerinden daha fazla cesaretlilik istiyor o ayrı).
ga hareketi hıristiyanlıkla aynı yolda gitmeye devam ederse,
devrimci bir hareket olarak tamamen bir başarısızlık olacaktır.


ga hareketi belki sadece işe yaramaz olmayacaktır, aynı zamanda da
işe yaramaz olandan daha kötü olacaktır, çünkü bu hareket etkili bir
devrimci hareketin gelişiminde bir engel olabilecektir. teknolojiye
ve uygarlığa karşı muhalefet ga hareketinin programlarının önemli
bir parçası olduğundan beri, teknolojik uygarlığın dünyaya neler
yaptığı hakkında endişeli olan genç insan bu hareketin içine
sürüklenmektedirler. elbette ki sadece bu genç insanlar solcu, saf,
hayalci, beceriksiz tipler değildirler; bazılarının gerçek
devrimciler olmaya potansiyelleri vardır. ama ga hareketi içinde
solcular ve diğer işe yaramaz insanlar içinde boğulmaktadırlar,
böylece etkisiz hale getirilmekte ve yozlaşmakta ve onların devrimci
potansiyelleri boşa harcanmaktadır. bu anlamda, ga hareketi
potansiyel devrimcilerin yok edicisi olarak tanımlanabilir.


kendisini ga hareketinden ve onun saf uygar değerlerinden katı bir
şekilde ayıracak yeni bir devrimci hareket gereklidir. cinsiyet
eşitliğinin, hayvanlara merhamet göstermenin, homoseksüellere
tolerans göstermenin yanlış olduğunu ima etmiyorum. fakat bu
değerlerin teknolojik uygarlığı yok etme çabasıyla hiçbir ilgisi
yoktur. bunlar devrimci değerler değildirler. etkili bir devrimci
hareket, bunların yerine beceri, kendi kendine disiplin, dürüstlük,
fiziksel ve zihinsel dayanma gücü, dışsal etkenlere ve sınırlamalara
tolerans göstermeme, fiziksel acıya tahammül etme kapasitesi ve
hepsinin üstünde yüreklilik gibi ilkel toplumların katı değerlerini
benimsemelidir.

saygılarımla,

ted kaczynski


irregular · #427285 · 08 Eylül 2004 17:37:27
3. bir önceki uzun ama mükemmel olduğunu düşündüğüm entry'nin
açıklamalı özeti olarak:

unabomber manifestosu, insan etkinliklerini; doğal etkinlikler ve
yapay etkinlikler olarak iki gruba ayırır.
doğal etkinlikler kısaca; yemek, içmek, sevgi ve seks ihtiyaçlarını
karşılamak amacı ile yaptığımız etkinliklerdir. teknolojik
gelişmeler insanoğlunun doğal etkinliklerini kolaylaştırmış ve az
bir çaba ile temel ihtiyaçlarını daha kısa zamanda elde etmesini
sağlamıştır. ilk başta zamanının büyük çoğunluğunu yiyecek aramakla
geçiren insan, teknolojik gelişmelerle birlikte daha ve daha kısa
zamanda ihtiyaçlarını karşıladığından arta kalan boş zaman problemi
ortaya çıkmıştır. bu boş zaman yapay etkinliklerle doldurulur.
entellektüel uğraşılar (kitap, sinema, müzik, vs.), sapkınlıklar
(internet kullanımı, televizyon , eğlence sektörü) yapay etkinlikler
olarak tanımlanabilir.

manifesto ana fikir olarak teknoloji karşıtı bir yaklaşım sergiler.
ted kaczynski ye isnat edilen bombalama eylemleri bu fikir
kapsamında yapılmıştır. bombalanan yerler bilimsel araştırma
merkezleridir. insanlara yönelik saldırı yapılmamıştır.

manifestonun ilk yayınlanışı kitap olarak değildir. fbi tarafından
delilleri takip edebilmek amacı ile amerikanın en yüksek trajlı iki
gazetesinde manifesto tam metin olarak yayınlanmıştır. türkiye'de
kaos yayınları manifestoyu kitap olarak yayınlamıştır.

bir çok anarşist akımdan etkilenen manifesto bir çok anarşist akıma
da kaynaklık etmektedir.
(bkz: anarşizm) , (bkz: fight club)

ted kaczynski, hakkında yapılan suçlamaları kabul etmemiştir. ancak
yargılama aşamasında avukatı tarafından, akli dengesinin olmadığı
iddia edilince, savcıyla anlaşma yaparak temyiz haklarından feragat
etmiştir ve akli dengesinin yerinde olduğunu savunmuştur. bu nedenle
ömür boyu hapiste kalacaktır. davasıyla ilgili bir ilginç nokta da,
ormanda yaşadığı kulübesinin sökülerek delil olarak mahkeme salonuna
getirilmesidir.

unabomber olayının çözümü için yapılan operasyon, fbi'ın en pahalı
operasyonlarından birisidir.
vladimir · #1065281 · 03 Mart 2006 19:04:42 ~ 05 Mart 2006 13:31:23

4. manifestosunun türkçe çevirisi ''sanayi toplumu ve geleceği''
ismiyle kaos yayınlarından çıkmıştır.
moonspell999 · #1096619 · 20 Mayıs 2006 19:40:05
5. (bkz: theodore john kaczynski)
kefci2000 · #1329404 · 06 Temmuz 2007 13:18:58
Alakalı olabilir!



nedir.Net

Epigraf: 21. Yüzyılın Arifesinde Ani Bir Manifesto - Uno Bomberbkz:
epigraf'a ne oldu? epigrafdelft de neyin nesi?
epigrafdelft
21. Yüzyılın Arifesinde Ani Bir Manifesto

21. Yüzyılın Arifesinde Ani Bir Manifesto / Uno Bomber

"Endüstriyel Sistem Yıkılmalıdır"

* Giriş *
Sanayi devrimi ve sonuçları insan soyu için bir felaket oldu. Bu
sonuçlar "gelişmiş" ülkelerde yaşayan bizlerin yaşamdan beklentilerimizi
oldukça arttırırken toplumun dengesini bozdu, yaşamı anlamsızlaştırdı,
insanları aşağılamalara maruz bıraktı, yaygın psikolojik acılara (Üçüncü
Dünya'da fiziksel acılara da) yol açtı ve doğal dünyayı şiddetli zarara
uğrattı. Teknolojik ilerlemenin devam etmesi durumu daha da
kötüleştirecek;
insanları daha büyük aşağılamalara maruz bırakıp, doğal yaşamda daha fazla
zarara sebep olacak; büyük olasılıkladaha fazla bozulmaya ve psikolojik
acılara yol açacak; belki de "gelişmiş" ülkelerde bile fiziksel acıların
artmasına neden olacak.
Endüstriyel teknolojik sistem, devam edebilir veya yıkılabilir. Eğer
devam ederse, sonunda psikolojik ve fiziksel acılar daha düşük seviyelere
inebilir, ancak uzun ve acı dolu bir alışma döneminden sonra ve insanlarla
diğer pek çok yaşayan organizmayı işlenmiş birer ürün ve çark dişlilerine
indirgemek pahasına. Üstelik, sistem devam ederse, sonuçları kaçınılmaz
olacak. Sistemi, insanların saygınlığı ve bağımsızlığını elinden almayacak
bir
şekilde yenilemenin veya değiştirmenin bir yolu yok. Eğer sistem çökerse,
sonuçları yine çok acı verici olacak. Ancak, sistem büyüdükçe çökmesinin
sonuçları da daha dehşetli olacağından, eğer çökecekse en kısa zamanda
çökmesinde fayda var.
Biz bu nedenle, endüstriyel sisteme karşı bir devrimi savunuyoruz. Bu
devrim şiddetli veya şiddetsiz olabilir; hemen gerçekleşebilir veya birkaç
on
yıla yayılarak görece daha aşamalı olabilir. Bunların hiçbirini şimdiden
bilemeyiz. Bu, POLİTİK bir devrim olmayacaktır. Amacı ise hükümetleri
değil,
bugünkü toplumun ekonomik ve teknolojik temelini yıkmak olacaktır.

* Modern solculuğun psikolojisi *
Aşağı yukarı herkes çok sorunlu bir toplumda yaşadığımızı kabul
edecektir. Dünyamızın içinde bulunduğu çılgınlığın en yaygın göstergesi
solculuk olduğu için, solculuğun psikolojisi üzerine bir tartışma, günümüz
toplumunun sorunları arasında genel bir tartışmaya giriş görevi yapabilir.
Peki ama solculuk nedir? 20. yüzyılın ilk yarısında solculuk pratikte
sosyalizmle özdeşleştirilebilirdi. Bugün ise bu hareket parçalanmıştır ve
kime
tam anlamıyla solcu denilebileceği açık değildir. Biz, solcu dediğimizde,
temelde sosyalistleri, kollektivistleri, "politik açıdan dürüst" tipleri,
feministleri, gay ve özürlü hakları savunucularını, hayvan hakları
eylemcilerini ve benzerlerini düşünüyoruz. Ancak bu hareketlerin herhangi
biriyle ilgisi olan herkes solcu değildir.
Çağdaş solculuğun temelinde yatan iki eğilime "aşağılık duygusu" ve
"aşırı toplumsallaşma" adını veriyoruz. Aşağılık duygusu, çağdaş
solculuğun
bütününde görülen bir özellikse de, aşırı toplumsallaşma çağdaş solculuğun
yalnızca belirli bir kesiminde görülen bir özelliktir; ancak bu kesim
oldukça
etkilidir.
Aşağılık duygusundan kastımız yalnızca katı anlamda aşağılık duygusu
değil, buna ilişkin özelliklerin bütün bir yelpazesidir: Kendine az değer
verme, güçsüzlük duyguları, depresif eğilimler, yenilmişlik, suçluluk,
kendinden nefret etme, v.b. Bizce çağdaş solcular böyle duygulara
meyillidirler ve bu duygular çağdaş solun yönünü belirlemede etkilidir.
İnsanların çoğu öenmli oranda uygunsuz davranışlarda bulunur. Yalan
söylerler, önemsiz hırsızlıklar yaparlar, trafik kurallarını çiğnerler,
işlerini asarlar, birbirlerinden nefret ederler ya da başka birini geçmek
için
sinsi hileler yaparlar. Aşırı toplumsallaşmış birinsan ise bunları
yapamaz; ya
da yapsa bile kendi içinde bir utanç ve öznefret duygusu geliştirir. Genel
ahlaka uygun olmayan duygu ve düşünceleri suçluluk duymadan yaşayamaz,
"temiz"
olmayan fikirleri düşünemez. Toplumsallaşma sadece bir ahlak meselesi
değildir; ahlak başlığı altında toplanamayacak pek çok davranış normuna da
uymak üzere sosyalleşiriz. Aşırı toplumsallaşan insan topluma psikolojik
bir
tasmayla bağlanır. Aşırı toplumsallaşma insanlığın, bireye yaptığı en
büyük
zulümdür.
Çağdaş solun önemli ve etkili bir bölümü bu dertten muzdariptir. Aşırı
toplumsallaşmış tipte bir solcu, isyan ederek psikolojik tasmasını
çıkarmaya
ve bağımsızlığını ilan etmeye çalışır. Ama bu kadar güçlü değildir. Tam
tersine, sol, kabul edilmiş ahlaki bir prensibi alarak kendisininmiş gibi
benimser ve sonra da toplumu bu prensibe uymamakla suçlar. Irklar arası
eşitlik, cinslerin eşitliği, fakirlere yardım etmek, savaşa karşı barış,
genel
olarak şiddet karşıtlığı, ifade özgürlüğü, hayvanlara iyi davranmak..
Solcuların problemleri, toplumumuzun bir bütün olarak sahip olduğu
problemleri de gösterir. Kendine az değer verme, depresif eğilimler ve
yenilmişlik duygusu yalnızca solla sınırlı değil. Toplumda da oldukça
yaygın.
Ve bugünün toplumu da, bizi, önceki bütün toplumlardan daha
toplumsallaştırmaya çalışıyor. Nasıl yiyeceğimizi, nasıl spor
yapacağımızı,
nasıl sevişeceğimizi, çocuklarımızı nasıl yetiştireceğimizi bile
uzmanlardan
öğrenir hale geldik.

* Güç süreci, yapay etkinlik, bağımsızlık *
İnsanlar bizim "güç süreci" adını verdiğimiz, büyük olasılıklar
biyolojik bir ihtiyaç içindedir. Bu güç ihtiyaçla yakından ilgiliyse de
tam
olarak aynı şey değildir. Güç sürecinin dört öğesi vardır. Bunların en
açık
olan üçüne Amaç, Çaba ve Amaca Ulaşma adını veriyoruz. Dördüncüsü olan
Bağımsızlık ise tanımlanması biraz zor bir öğe. Herkeste bulunmayabilir.
Herkesin amaçları vardır; en azından yaşamak için gereken fiziksel
ihtiyaçları karşılamak gibi: yiyecek, su, giyim, barınak, vb.. Ancak hali
vakti yerinde bir aristokrat bütün bunları çaba harcamadan elde eder.
Sonra da
sıkıntı ve moral bozukluğu başlar. Yani, ciddi psikolojik problemlere
yakalanmamak için bir insan, uğruna çaba harcaması gereken amaçlara gerek
duyar ve bu amaçlara ulaşmada en azından makul bir oranda başarıya sahip
olmalıdır.
İnsanlar, fiziksel gereksinimlerini karşılamak için çabalamak zorunda
kalmadıklarında, kendilerine "yapay amaçlar" bulur. Örneğin, İmparator
Hirohito, yozlaşmış bir düşkünlüğe dalacağına, kendini deniz biyolojisine
adadı ve bu alanda hatırı sayılır kişilerden biri oldu.
"Yapay etkinlikler" kavramını şu anlamda kullanıyoruz: İnsanların
yalnızca elde etmek yolunda çaba göstermek için veya yalnızca amaca
ulaşmaya
çalışmaktan edindikleri "tatmin" için kendilerinde buldukları yapay amaca
yönelik faaliyet. X amacına ulaşmak için zamanını ve enerjisini adayan bir
kişiyi düşünerek kendinize şu soruyu sorun: Eğer bu kişi, zamanını ve
enerjisinin çoğunu biyolojik gereksinimlerini karşılamaya harcamak zorunda
kalsaydı ve buçaba onun fiziksel ve zihinsel yeteneklerini değişik ve
ilginç
bir biçimde kullanmasını gerktirseydi, bu kişi X amacına ulaşmadığı için
kendinde bir eksiklik hisseder miydi? Eğer cevap hayırsa bu kişinin X
amacına
ulaşmaya çabalaması bir yapay etkinliktir. Hirohito'nun deniz biyolojisi
konusundaki çalışmaları gibi..
Çağdaş endüstriyel toplumda, kişinin fiziksel gereksinimini gidermesi
için asgari bir çaba yeterlidir. Önemsiz bir beceri edinmek üzere bir
eğitiminden geçmek, sonra da işe zamanında gelip, işin gerektirdiği son
derece
mütevazi çabayı göstermek yeter. Bütün gerekn, makul bir oranda akıl ve en
çok
da İTAAT. Kişi bunlara sahipse, toplum ona beşikten mezara dek bakar.
Çoğu insan için, yapay etkinlikler, gerçek amaçlara ulaşmaya
çalışmaktan daha az tatmin edicidir. Bunun göstergelerinden biri de, yapay
etkinliklerle çok yakından ilgilenen insanların asla tatmin olmamaları,
huzur
bulmamalarıdır. Paragöz, sürekli daha fazla servet edinmek için can atar.
Bilim adamı, bir problemi bitrir bitrmez diğerine geçer. Uzun mesafe
koşucusu,
kendini daha hızlı ve daha fazla koşmaya zorlar. Bu insanlar,
yaptıklarının
kendilerine biyolojik ihtiyaçları gidermek gibi "fani" bir işten daha
fazla
tatmin getirdiğini söyler. Bunun nedeni toplumumuzda biyolojik ihtiyacı
karşılama işinin saçmalığa indirgenmiş olmasıdır. Daha da önemlisi,
toplumumuzda insanlar biyolojik ihtiyaçlarını BAĞIMSIZ OLARAK değil,
toplumsal
bir makinanın parçları olarak karşılar. Ama tam aksine, yapay
etkinliklerde
bulunurken büyük oranda bağımsızdırlar.
Bağımsızlık, güç sürecinin bir parçası olarak her bireye
gerekmeyebilir. Ancak, çoğu insan, amaçları için çabalarken az çok
bağımsızlığa ihtiyaç duyar. Çabaları kendi insiyatiflerine bağlı ve kendi
denetimlerinin altında olmalıdır. Eğer insanlar, bağımsız insiyatif ve
kararlarına hiç yer bırakılmayan, katı emirlerin yukarıdan dayatıldığı bir
durumda çalışırsa, güç sürecine olan ihtiyaçları doyurulmayacaktır.
Çoğu insan için, kendine değer verme, özgüven ve güç duygusu kazanma,
güç süreci yoluyla yani bir amaca sahip olma, BAĞIMSIZ bir çaba gösterme
ve
amaca ulaşma yoluyla olur. Bir kişinin güç sürecinden geçmek için yeterli
fırsatı olmazsa, bunun sonuçları, bireye ve sürecin nasıl bozulduğuna
bağlı
olarak, sıkıntı, ahlaki çöküntü, kendine az değer verme, aşağılık duygusu,
yenilmişlik, depresyon, endişe, suçluluk, hüsran, düşmanlık, eşe ya da
çocuğa
yönelik taciz, doymak bilmeyen bir düşkünlük, anormal cinsel davranışlar,
uyuma ve beslenme bozuklukları, v.b.. olur.

* Toplumsal sorunların kaynağı *
Biz çağdaş toplumun sosyal ve psikolojik sorunlarını şu gerçeğe
bağlıyoruz: Toplum, insanların, insan soyunun evrimleştiği koşullardan
tamamıyla farklı koşullarda yaşamasını ve daha önceki koşullarda
geliştirdikleriyle çatışan davranış kalıplarına göre davranmasını
gerektiriyor. Modern toplumun insanları maruz bıraktığı en önemli anormal
koşut, bizim güç sürecini doğru dürüst yaşama şansımızın olmamasıdır.
Ancak bu
tek anormal durum değildir. Aşırı nüfus yoğunluğu, insanın doğadan
soyutlanması, toplumsal değişimin aşırı hızı ve aile gibi, kabile gibi
küçük
ölçekli toplulukların yıkılması gibi faktörler de etkilidir.
Kalabalığın stres ve saldırganlığı arttırdığı çok iyi bilinir. Bugün
varolan kalabalıklaşma derecesi ve insanın doğadan soyutlanması,
teknolojik
ilerlemenin sonuçlarıdır. Endüstri öncesi toplumlar ağırlıklı olarak
tarımsal
toplumlardı. Endüstri toplumu şehirleri ve şehirlerde yaşayan nüfus
oranını
büyük oranda arttırdı; modern tarımsal teknoloji de dünyanın daha önce
besleyemediği yoğunlukta bir nüfusu beslemesini olanaklı kıldı. İlkel
toplumlarda, doğal dünya, istikrarlı bir çerçeve ve bu nedenle de, bir
güvenlik duygusu sağlıyordu. Modern dünyada ise, tam tersine, insan
toplumu
doğaya egemendir ve çağdaş toplum da teknolojik değişimle birlikte büyük
bir
hızla değişiyor. Yani istikrarlı bir çerçeve yok. Muhafazakarlar aptaldır:
Bir
yandan geleneksel değerlerin yıkılmasından dolayı sızlanırken, diğer
yandan da
teknolojik ilerleme ve ekonomik gelişmeyi içtenlikle desteklerler.

* Özgürlüğün doğası *
"Özgürlük"ten şunu kastediyoruz: Güç sürecini, yapay etkinliklerin
yapay hedefleriyle değil, gerçek amaçlarla ve hiç kimsenin, özellikle de
hiçbir büyük kuruluşun müdahalesi olmadan yaşayabilme fırsatı. Özgürlük,
kişinin (ya bir birey ya da küçük bir topluluğun üyesi olarak) ölüm kalım
meselelerini kontrol edebilmesidir; yiyecek, giyecek, barınak ve
çevresinden
gelecek her türlü tehlikeye karşı savunma. Özgürlük güç sahibi olmak
demektir;
diğer insanları kontrol etmek için değil, ancak kendi yaşamının
koşullarını
kontrol etmeye yarayan güç. Biri kişinin üzerinde bir güce sahipse, bu güç
ne
kadar iyi niyetli, hoşgörülü ve müsaadeci olursa olsun kişi özgür
değildir.
New England'daki kızılderililerin çoğu monarşiyle yönetiliyordu ve
İtalyan Rönesansı sırasında şehirlerin çoğu diktatörlerin kontrolü
altındaydı.
Ancak bu toplumların tarihini okurken insan,onlarda bizim
toplumumuzdakindekinden daha fazla kişisel özgürlüğe izin verildiği
izlenimi
ediniyor. Bu kısmen yönetici idaresini dayatacak etkin mekanizmaların
yokluğundan kaynaklanıyor: Çağdaş, iyi örgütlenmiş polis güçleri, iletişim
mekanizması, denetleme kameraları, sıradan vatandaşların yaşamları
hakkında
bilgi dosyaları yoktu. Bu nedenle kontrolden kaçmak görece daha kolaydı.
Anayasa tarafından garanti altına alınan bazı haklarımız olduğu için
özgür bir toplumda yaşadığımız söyleniyor. Ancak, bu haklar göründüğü
kadar
önemli değildir. Örneğin, basın özgürlüğünü düşünün. Elbette bu hakka
çatmak
istemiyoruz; bu, politik gücün yoğunlaşmasını kısıtlamak vepolitik gücü
olanları teşhir ederek yola getirmek için önemli bir araç. Ancak, baswın
özgürlüğü, sıradan bir vatandaşın bir birey olarak çok az işine yarar.
Medya,
çoğunlukla sistemle bütünleşmiş büyük kuruluşların kontrolündedir.
Birazcık
parası olan herkes bir şey bastırabilir, bunu Internet'le veya başka bir
yolla
dağıtabilir. Ama onun söyleyecekleri medyanın büyük miktardaki
materyalleri
arasında kaybolacak, bu nedenle hiçbir etkisi olmayacaktır. Toplumda
kelimelerle bir etki yaratmak, çoğu birey ve küçük grup için olanaksızdır.

* Tarihin ilkeleri *
Tarihin iki bileşenden oluşan bir toplam olduğunu düşünün: Sezilebilir
bir yolda ilerlemeyen, önceden sezilemeyen olaylardan oluşan düzensiz bir
bileşen ve uzun vadeli tarihi bir akıştan oluşan düzenli bir bileşen. Biz
burada uzun erimli akımlarla ilgileneceğiz.

Birinci İlke: Eğer uzun vadeli bir tarihi akışta KÜÇÜK bir değişiklik
yapılırsa, o değişikliğin etkisi neredeyse her zaman geçici olacaktır.
(Örnek:
Bir toplumdaki politik çöküntünün temizlenmesi için düzenlenen bir reform
hareketi genelde kısa vadelidir; er geç reformcular rahatlar ve çöküntü
yine
topluma sızar. Söz konusu toplumdaki politik çöküntü genelde sabit kalır
veya
toplumun evrilişine bağlı olarak yavaşça değişir. Normalde, politik bir
temizleme ancak yaygın sosyal değişimlere eşlik ettiğinde kalıcı
olacaktır;
toplumda KÜÇÜK bir değişim yeterli olmayacaktır.) Eğer, uzun vadeli bir
tarihi
akışta küçük bir değişiklik kalıcı gibi görünüyorsa, bunun nedeni
değişikliğin, akışın zaten içinde bulunduğu yönde etki etmesidir, yani
akış
değişmemiş, yalnızca bir adım ilerlemiştir.

İkinci İlke: Eğer uzun vadeli bir tarihi akışı etkileyecek denli büyük
bir değişiklik yapılırsa, bu tüm toplumu değiştirir. Başka bir deyişle,
bir
toplum tüm parçaların biribiriyle bağlantılı olduğu bir sistemdir ve bunun
önemli hiçbir parçasını diğer parçalarını da değiştirmeden
değiştiremezsiniz.

Üçüncü İlke: Uzun vadeli tarihi bir akışı kalıcı olarak
değiştirebilecek derecede büyük bir değişiklik yapılırsa, bunun, toplum
açısından bir bütün olarak ileride getireceği sonuçlar önceden bilinemez.

Dördüncü ilke: Yeni bir toplum kağıt üstünde tasarlanamaz. Yani,
ilerideki bir toplumu önceden planlayıp, o toplumun tasarladığınız gibi
işlemesini bekleyemezsiniz.

Üçüncü ve dördüncü ilkeler insan toplumularının karmaşıklığından
kaynaklanır. İnsan davranışındaki bir değişiklik toplumun ekonomisini ve
fiziksel çevresini etkiler; ekonomi çevreyi etkiler veya bunun tersi olur
ekonomi ve çevredeki değişiklikler de insan davranışını karmaşık ve tahmin
edilemez şekillerde etkiler vb. Etki-tepki ağı açıklanmak ve anlaşılmak
için
çok fazla karmaşıktır.

Beşinci İlke: İnsanlar toplumlarının şeklini bilinçli ve akılcı olarak
seçmezler. Toplumlar, akılcı insan kontrolü altında olmayan sosyel evrim
süreçleri yoluyla gelişir.

Beşinci ilke, diğer dördünün bir sonucudur. Açıklmak gerekirse:
Birinci örneğe göre, genel olarak konuşursak, bir sosyal reform girişimi
ya
toplumun zaten geliştiği yolda etki eder (böylece de, sadece her koşulda
olacak bir değişikliği hızlandırır) ya da yalnızca geçici bir etki
gösterir,
böylece de toplum kısa sürede eski haline döner. Toplumun herhangi önemli
bir
niteliğinin gelişiminde kalıcı bir değişim gerçekleştirmek için reform
yetersizdir, dervrim gereklidir. (Bir devrim ille de silahlı bir
başkaldırıyı
veya bir devletin yıkılmasını içermez.) İkinci kurala göre, bir devrim
asla toplumun yalnızca bir yönünü değiştirmez, tüm toplumu değiştirir;
üçüncü
ilkeye göreyse, devrimcilerin asla beklemediği veya istemediği
değişiklikler
ortaya çıkar. Dördüncü ilkeye göre, devrimciler veya ütopyacılar yeni bir
toplum türü oluştururlarsa, bu asla planlanan şekilde işlemez.

* Endüstriyel toplumda özgürlüğün kısıtlanması kaçınılmazdır *
Çağdaş insanın eli kolu bir kurallar ve düzenlemeler ağıyla
bağlanmıştır. Kaderi, kararlarını etkileyemeyeceği kadar uzak kişilerin
eylemlerine bağlıdır. Bu durum teknolojik açıdan ilerlemiş toplumlarda
gerekli
ve kaçınılmazdır. Sistem işleyebilmek için insan davranışlarını sıkı
sıkıya
düzenlemek zorundadır.

Sistem insanları davranış kalıplarına çok uzak biçimde davranmaya
zorlamaktadır. Örneğin, sistemin bilim adamlarına, matematikçilere,
mühendislere ihtiyacı vardır. Onlarsız işleyemez. Bu yüzden çocuklara bu
alanlarda yükselmeleri için ağır baskılar uygulanıyor.

Teknolojik toplum küçük, bağımsız parçalara bölünemez; çünkü üretim
çok sayıda insanın işbirliğine dayanır. Bir karar, diyelim ki, 1 milyon
kişiyi
etkiliyorsa, her bir kişinin bu kararda 1 milyonda 1 kadar payı vardır.
Pratikte ise, kararları, kamu görevlileri, şirket yöneticileri veya teknik
uzmanlar verir. Bireyler hayatlarını etkileyen kararlara müdahale etmekten
acizdir ve bunu teknoloji toplumunda çözmenin bir yolu yoktur.

Sistem insani ihtiyaçları doyurmak için varolmaz, varolamaz. Aksine,
sistemin ihtiyaçlarına uymak üzere düzenlenmesi gereken insan
davranışıdır.
Bunun sistemi yönetiyormuş gibi gözüken ideolojiyle hiçbir ilgisi yoktur.
Bu
teknolojinin suçudur çünkü sistem, ideoloji tarafından değil, teknik
gereklilikler tarafından yönlendirilir. Sistem, elbette birçok ihtiyacı
karşılıyor ancak genelde, bunu yapmak sistemin yararına olduğu sürece
yapıyor.
Örneğin sistem insanlara gıda sağlıyor, çünkü herkes açlıktan ölseydi
sistem
işlemezdi. Asıl önemli olan insanın ihtiyaçları değil, sistemin
ihtiyaçlarıdır.

* Teknolojinin "kötü" tarafları "iyi" taraflarından ayrılamaz *
Endüstriyel toplumun özgürlük lehine yeniden düzenlenmesinin
olanaksızlığının diğer bir nedeni ise, çağdaş teknolojinin, bütün
parçalarının diğerine bağlı olduğu bütünlüklü bir sistem olmasıdır. Teknolojinin "kötü"
taraflarını atıp sadece "iyi" taraflarını bırakamazsınız. Çağdaş tıbbı ele
alalım. Tıp bilimindeki ilerlemeler, kimya, fizik, biyoloji, bilgisayar
bilimi ve diğer alanlardaki ilerlemelere bağlıdır. İleri düzey tıbbi tedaviler,
yalnızca teknolojik açıdan gelişkin, ekonomik açıdan zengin bir toplumda
bulunabilen, pahalı ve yüksek teknoloji ürünü bir donanım gerektirir.

Tıpta ilerleme, teknolojik sistemin diğer parçaları olmadan da
sağlanabilseydi bile, birtakım kötülükleri beraberinde getirecekti.

Örneğin,
şeker hastalığının tedavisinin bulunduğunu varsayalım. O zaman şeker
hastalığına genetik bir eğilimi olan insanlar da diğerleri gibi
yaşayabilecek
ve üretebilecekti. Şeker hastalığına karşı doğal seçim azalacak ve bu tür
genler bütün topluma yayılacaktı. Toplumun genetik yapısının bozulmasıyla
başka bazı hastalıklara karşı hassasiyet de değişecektir. Tek çözüm bir
tür öjenik (Öjeni: İnsan ırkının soyaçekim yoluyla islahına çalışan bir bilim
dalı) programı veya yaygın genetik mühendisliği olacaktır. Böylece insan,
doğanın veya şansın veya tanrının (dini ve felsefi görüşünüz neyse) bir
yaratısı değil, işlenmiş bir ürün olacaktır. Eğer büyük devlet babanın
hayatınıza şu anda fazla karıştığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, siz
asıl
devlet, çocuklarınızın genetik yapısını düzenlemeye başladığında görün
olacakları..

* Devrim reformdan daha kolaydır *
Sistemde özgürlüğü teknolojiyle uzlaştıracak bir reform yapılamaz. Tek
yol endüstriyel-teknolojik sistemi tamamen yıkmaktır. Bu da devrim
anlamına
gelir, ille de silahlı bir ayaklanma değil, ama toplumun doğasında radikal
ve
esaslı bir değişim demektir.

Bir devrim, reformun gerektirdiğinden çok daha fazla değişiklik
içerdiğinden, insanlar devrimi gerçekleştirmenin daha zor olduğunu düşünme
eğilimindedir. Aslında belli koşullar altında devrim, reformdan çok daha
kolaydır. Bunun sebebi, devrimci bir hareketin bir reform hareketinin
sahip
olamayacağı güçlü bir esin kaynağının olmasıdır. Reform hareketi sadece
belli
bir sosyal problemi çözmeyi vaad eder. Devrimci hareket ise, bir defade
bütün
problemleri çözmeyi ve tamamen yeni bir dünya yaratmayı hedefler;
insanların
uğruna büyük risklere gireceği ve fedakarlıklar yapacağı türden bir ideal
sağlar.

* İnsan soyu dönüm noktasında *
Sistem sık sık varlığını tehdit eden belli başlı bazı problemlerle
umutsuz bir mücadeleye girişir. Bunların içinde insan davranışı üzerinde
kısa
zamanda yeterli bir kontrol sağlarsa, büyük olasılıkla varlığını sürdürür.
Aksi takdirde yok olur. Bu konu gelecek 40 ile 100 yıl içinde çözüme
ulaşacaktır.

Farzedin ki, sistem gelecek 40 ile 100 yıl içinde doğacak krizi
atlattı. O zamana kadar, bu sorunların çözülmesi ya da en azından kontrol
altına alınması gerekecektir, özellikle başı çeken problem de insanları
"toplumsallaştırmak"tır, yani atalarından miras kalmış davranışları
sistemi
tehdit edemeyecek duruma gelene dek insanları uysallaştırmak. Bu
başarıldıktan
sonra, teknolojinin ilerlemesine karşı başka engel kalmayacak gibidir ve
büyük
bir olasılıkla mantıksal sonuna doğru ilerleyecektir. Bu da insanlar ve
diğer
bütün önemli organizmalar dahil dünyadaki her şey üzerinde mutlak bir
kontrol
anlamına gelmektedir.

Eğer sistem yıkılırsa, bir "kaos dönemi", tarihin geçmişte çeşitli
devirlerde kaydettiği türden bir "sorunlar dönemi" yaşanabilir. Böyle bir
sorunlar döneminde nelerin olacağını tahmin etmek imkansızdır. Ama ne
olursa
olsun insan ırkına yeni bir şans verilmiş olur. En büyük tehlike yıkımdan
bir
iki yıl sonra endüstri toplumunun kendini toparlamaya başlamasıdır.
Mutlaka
bir çok kişi, özellikle de güce aç tipler, fabrikaların yeniden
çalışmasını
isteyecektir.

Endüstriyel toplum bütünüyle devrimci bir eylem sonucu
yıkılmayacaktır. Eğer sistem yıkılırsa bu ya kendiliğinden, ya da
devrimcilerin yardımcı olacağı yarı spontan bir süreç yoluyla olacak.

* Gelecek *
Şimdi, endüstriyel toplumun önümüzdeki birkaç on yıl için devam
ettiğini ve kusurlarından arındırıldığını, kusursuz işlediğini düşünelim.
Bu
nasıl bir sistem olacaktır?

Öncelikle bilgisayar bilimcilerinin, her şeyi insanlardan daha iyi
başaran akıllı makinalar yapmayı başardıklarını varsayalım. Bu durumda
bütün
işler iyi organize edilmiş, büyük makina sistemleri tarafından
gerçekleştirilecek ve insan gücü gerekli olmayacaktır. Makinaların, tüm
kararları insan gözetimi olmadan almasına izin verilecektir ya da
insanların
makina üzerindeki kontrolü elinde tutması mümkün olabilecektir.

Eğer tüm karar yetkisi makinalara verilirse, bunun sonuçları hakkında
tahminde bulunamayız, çünkü bu tür makinaların nasıl davranacağını tahmin
etmek olanaksızz. Biz yalnızca insan ırkının kaderinin, makinaların elinde
olacağına işaret ediyoruz. Bizim iddia ettiğimiz şey şudur: İnsan ırkı
kolayca
kendini makinalara bağlılığa sürüklenmiş halde bulabilir ve makinaların
kararlarını kabul etmekten başka hiçbir pratik seçimi kalmayabilir. Toplum
ve
onun karşılaştığı sorunlar karmaşıklaştıkça ve makinalar gitgide
akıllandıkça
insanlar onlara daha fazla karar verme yetkisi verirler, çünkü makinaların
kararları, insanlarınkinden daha iyi sonuçlar getirir. Sonunda, sistemi
işletebilmek için gerekli olan kararlar öyle karmaşıklaşabilir ki,
insanalr
onları gereğince yapacak kapasitede olmayabilir. Bu aşamada makinalar
etkin
bir kontrol sahibi olacaktır. İnsanlar makinaları pat diye
kapatmayacaktır,
çünkü onlara öyle bağımlı hale geleceklerdir ki, makinaları kapatmak
intihar
anlamına gelebilecektir.

Diğer yandan, makinalar üzerindeki insan kontrolününün elde tutulması
da mümkündür. Bu durumda, ortalama insan kendine ait arabası ya da kişisel
bilgisayarı gibi bazı makinaları kontrol edebilir, ancak geniş sistemlerin
üstündeki kontrol seçkin bir azınlığın elinde olacaktır. Bugün de olduğu
gibi.
Ama iki farkla. Gelişmiş tekniklere bağlı olarak seçkin kesim kitleler
üzerinde dahafazla kontrol sahibi olacaktır ve insan emeği artık gerekli
olmayacağından, kitleler sistem üzerinde gereksiz bir yük olacaktır.
Seçkin
kesim acımasız olursa kitleleri yoketme kararı bile alabilir.

Şimdi de bilgisayar bilimcilerin yapay zeka geliştirmeyi
başaramdığını, insan gücünün gerekli olduğunu varsayalım. O zaman bile
makinalar gittikçe basit işleri daha çok ele geçirecek; böylece işsizler
ordusu gittikçe büyüyecektir. İş bulanlardan ise gittikçe daha çok şey
talep
edilecektir: Gittikçe daha fazla eğitime ihtiyaçları olacak, daha fazla
yetenkli, daha güvenilir, sağlıklı ve itaatkar olmaları gerekecektir;
çünkü
gittikçe daha büyük, dev bir organizmanın hücreleri haline geleceklerdir.
Prestij ve güç için bitmez tükenmez bir rekabetin olduğu bir gelecek
toplumu
düşleyebiliriz..

Yukarıda özetlenen senaryoların tüm olasılıkları sergilemediğini
söylemeye gerek yok. Bunlar yalnızca bize olsı gelenler. Ama bizim
söylediklerimizden daha hoş hiçbir mantıklı senaryo aklımıza gelmiyor.

* Strateji *
Devrimcilere düşen iki önemli görev var: Endüstriyel toplumdaki
toplumsal gerilimi ve istikrarsızlığı arttırmak ve teknoloji ile
endüstriyel
sisteme karşı bir ideoloji yaymak. Sistem yeterince istikrarsız ve
gerilimli
olduğunda, teknolojiye karşı bir devrim mümkün olabilir. Buradaki yöntem,
Fransız ve Rus toplumlarında da devrimden önceki birkaç on yılda gittikçe
artan zayıflama ve bunalım belirtileri olarak görülüyordu.

Fransız ve Rus devrimlerinin başarısız olduğu yolunda biritiraz
yükselebilir. Ancak çoğu devrimini iki amacı vardır. Birinci amaç,
toplumun
eski yapısını yıkmak; ikincisi ise, devrimciler tarafından öngörülen yeni
bir
toplum kurmaktır. Fransız ve Rus devrimleri yeni bir toplum kurmayı (iyi
ki!)
başaramadılar, ancak eski toplumu yıkma konusunda oldukça başarılıydılar.
Bizim tek amacımız varolan toplum yapısını yıkmak.

Ancak bir ideoloji, coşkun bir destek alabilmesi için, olumsuz bir
idealin yanı sıra, olumlu bir ideale de sahip olmalıdır: Bir şeye karşı
olduğu
kadar, bir şeyden yana olmalıdır. Bizim önerdiğimiz olumlu ideal Doğa'dır.
Yeni, Vahşi Doğa: Yeryüzünün, insan yönetiminden, denetiminden ve
müdahalesinden bağımsız olarak canlılarıyla birlikte varlığını sürdürmesi
ideali. Vahşi doğaya insan doğasını da dahil ediyoruz, yani bireyin
organize
toplumun düzenlemelerine tabi olmayan ama şahsın, özgüriradenin ya da
tanrının
(dini ya da felsefi görüşlerinize bağlı) bir yaratısı olan işlevlerini.

Doğa birçok nedenden ötürü tam anlamıyla mükemmel bir teknoloji
karşıtı idealdir. Doğa teknolojinin tam karşıtıdır. Doğa kendi başının
çaresine bakar: O, tüm insan toplumlarından çok daha önce ortaya çıkan
kendiliğinden bir yaratıydı. Ancak, Endüstri Devrimi'nden sonra insan
toplumunun doğa üzerindeki etkisi yıkıcı olmaya başladı. Doğa üzerindeki
baskıyı kaldırmak içinözel bir sosyal sistem yaratmak gerekmiyor. Yalnızca
endüstriyel toplumdan kurtulmak yeterli.

Devrim, uluslararası ve dünya çapında olmalıdır. Ülkeden ülkeye
yayılma temelinde yürütülemez. Örneğin, ne zaman ABD'de teknolojik
ilerlemenin
ya da ekonomik büyümenin biraz kısıtlanması öne sürülse, insanlar histeri
krizlerine tutulup, teknolojide geri kalırsak Japonlar'ın bizi geçeceğini
söylüyorlar. Kutsal robotlar! Japonlar bizden daha çok araba satarsa,
dünya yörüngesinden fırlar! (Milliyetçilik teknolojinin en önemli
destekçilerindendir.) Çin, Vietnam ve Kuzey Kore gibi diktatörlükle
yönetilen uluslar ilerlerse, sonunda diktatörlerin dünyaya hakim olacağı iddia
edilebilir. Bu da endüstriyel sisteme mümkün olduğunca her yerde aynı
zamanda
saldırılmasının bir nedeni. Doğru, endüstriyel sistemin her yerde aynı
zamanda
yıkılacağının bir garantisi yok ve sistemi yıkma girişiminin diktatörlerin
egemenliğine yol açması bile mümkün. Ama bu, göze alınması gereken bir
risk.

Devrimciler, dünya ekonomisini birbirine bağlayan anlaşmaları
desteklemeyi düşünmelidirler. NAFTA veya GATT gibi serbest ticaret
anlaşmaları
kısa vadede doğaya zarar verebilir, ancak ülkelerarası ekonomik
bağımlılığı
güçlendirdiğinden uzun vadede yararlı olabilir. Güçlü bir ulusun
yıkılmasının
tüm endüstriyel ulusların yıkılmasına yol açacağı denli birleşik bir dünya
ekonomisi oluşursa, sistemi dünya çapında yıkmak daha kolay olur.

Devrimcilerin sisteme, belli oranda, modern teknolojiyi kullanmadan
saldırmaya çalışmasının bir yararı olmaz. En azından mesajlarını yaymak
için
iletişim medyasını kullanmalıdırlar. Ama modern teknolojiyi sadece bir tek
amaç için kullanmalıdırlar: Teknolojik sisteme saldırmak.

Yanında bir fıçı şarapla oturan bir alkolik düşünün. Onun kendi
kendine şunları söylediğini farzedin: "Aşırıya kaçılmadan içilirse şarabın
zararı yoktur. Hatta dediklerine göre az miktarda şarap faydalıdır bile!
Eğer
sadece ufak bir kadeh içersem bana bir zararı dokunmaz.." Daha sonra ne
olacağını hepiniz biliyorsunuz. Teknolojik toplumun aynen bir fıçı şarabın
yanıbaşındaki bu alkoliğe benzediğini asla unutmayın!



21. Yüzyılın Arifesinde Ani Bir Manifesto, Uno Bomber (Düzyazı - Tam)
Kaynak: eXpress Dergisi
Gönderen: Emre Sururi, 24/03/2001


Epigraf: Online Edebiyat Arşivi, http://epigraf.fisek.com.tr



epigraf Bir Önceki Eser: Ayazda Bir Yürek - Uğur Kökden
Bir Sonraki Eser: S. - John Updike

Arama yaparken "and", "or" ve "not" kullanabilirsiniz.
Eğer bunlar kullanılmazsa, her kelimenin olduğu metin aranacaktır.
Yapacağınız arama sadece eser açıklamalarını içerir, eserin içeriğini
değil!

Aranacak Kelimeler: